“Kum krizi”ne doğru adım adım ilerliyoruz

“Sel gider, kum kalır.” deriz.  Bu atasözü geçici olana değil, kalıcı olana önem vermeli anlamına geliyor.  Ancak iklim değişimi ortamında bunun tam tersi doğru.  Seller durmadan oluşuyor, çok yeri basıp önüne geleni yıkıyor.  Kum ise (şaşırtıcı duruyor, ama) hızla azalıyor, tükeniyor.  Mafyaların devreye girdiği büyük paralar dönüyor kumun etrafında.  Büyük krizlere neden olacak diye korkuluyor.

“Niye kriz olsun ki!” diyeceksiniz.  Çünkü doğadaki kumu yağmalayıp duruyoruz, durmadan yok ediyoruz.  Bu kapışma günün birinde çatışmalar yaratır, deniyor.

Aslında kum insanlığın hava ve sudan sonra en çok tükettiği doğal madde.  Çevremizdeki çok şeyde “kum”un parmak izi var.  Kullandığımız sayısız maddenin ve aracın girdisinde kum yer alıyor.  Eritip cam yapılıyor.  Bileşenindeki silisyum dioksit deterjan, kâğıt, diş macunu, kozmetik, bazı yiyecekler ve benzerlerinin ana girdi maddelerinden biri.  Bilgisayarlarda, kredi kartlarında, cep telefonlarında, plastiklerde buluyoruz kumu.  Otomobil, tren, uçak, araç lastiği yapımlarında kullanılıyor.

Daha da önemlisi inşaat sektöründe büyük ağırlığı var.  Binaların betonu kumla oluşuyor.  Pencerelerin camı da.  Yolların asfaltı da.  Ve dünya nüfusu hızla artıyor; baş döndürücü bir kentleşmeyi tetikleyerek.  Dolayısıyla çılgın bir imar furyası var her yerde.  Binalar boy atıyor, kuleleşiyor.  Durmadan yeni caddeler, yollar yapılıyor.  Bu doymak bilmez talep “Kum!  Daha fazla kum!” diye haykırıyor.

Rakamlar ortada.  Sıradan bir evin inşaatı 200 ton kum gerektiriyor.  8-9 katlı bir bina 3.000 ton istiyor.  Otoyol yapımı ise kilometre başına 30.000 ton kum talep ediyor.

Daha da önemlisi, inşaatlarda esas olarak deniz kumu aranıyor.  Çünkü çöl kumu rüzgarla oraya buraya savrulduğu için aşınıyor ve taneler yuvarlak oluyor.  Oysa betonda, duvar harcında, asfaltta karışım daha sağlam olsun diye düzensiz, köşeli kuma (yani deniz kumuna) gereksinim var.  Sonuçta denizin kıyısından ve de dibinden birileri çekiyor kumu, alıp götürüyor.

Deniz kumu baş döndürücü bir saldırının kurbanı.  Dünyada her yıl deniz kıyılarından 75 milyon ton kum alınıp götürülüyor.  Bunun arkasında 70 milyar dolarlık bir ticaret var.  Başka bir terslik de söz konusu.  Kum hortumlarla emilerek çekiliyor.  Yani deniz dibindeki hayvancıklar da, su içi bitkiler de vahşice sökülüp alınıyor; bunlar sonra bir kenara atılıyor.  Yaşamın değerli varlıkları yok edilerek.

Kısacası gözü dönmüş bir vurgun söz konusu.  Sayısız öyküsü var olup bitenin.  En ilginç örneklerden biri Dubai.  Petrolün çok para ettiği günlerde Dubai çılgın bir proje başlatmış: Denizin ortasında 300’e yakın yapma ada oluşturmak ve bunları dünya haritasına benzetmek.  Yani her ülkenin bir adası olacakmış.

Amaç burayı yüksek gelirlilerin dinlenme ve eğlence yeri haline getirmekmiş.  Ama ekonomik kriz patlayınca burası olduğu gibi kalmış.  Ne var ki, adaların hepsi kumdan yapılmış.  Binlerce ton kum güney doğu Asya kıyılarından alınıp, çalınıp Dubai’ye taşınmış.

Çin inşaat patlaması yaşıyor.  Son 3 yılda 32 milyon ev inşa etmiş ve 4,5 milyon kilometre yol yapmış.  Singapur da son 50 yılda denizi doldurarak arazi kazanmış ve yerleşim alanını %20 büyütmüş.  Tabii bunlarda ana girdi hep kum.  Uzak ülkelere vahşice el atan kum ticareti, örneğin Endonezya’da 25 küçük adayı yok edivermiş.

Bazı yerlerde devletler, belediyeler, sivil toplum kuruluşları bu talanı kontrol altına almaya, düzen getirmeye ve bazı yasaklar koymaya çalışıyor.  Tabii hemen yasadışı numaralar çıkıyor ortaya, mafyalar boy gösteriyor, gizli mekanizmalar beliriyor.  Büyük rüşvetler veriliyor…  Karşı çıkanlar temizleniyor…

Aslında bu olay çok da yeni değil.  Örneğin, bizde 50 yıl önce İstanbul’da bazı tekneler Florya’ya ve Küçük Çekmece sahillerine yanaşırdı.  Kazma kürek kum yüklerlerdi.  İnşaatlara satmak üzere.  Üstelik bu kumlar yıkanmadan, temizlenmeden betona girerdi.  (Oysa inşaatta kullanılacaksa kumun mutlaka yıkanması gerekiyor.  Yıkanmamışsa betonun direnci zayıf kalıyor.  Yani, İstanbul depremini bekleyip durmakta olan binaların betonu).  Yaz aylarında oralarda denize girenler kumculara bağırıp çağırırdı.  Ötekiler umursamazdı.  Zamanla bu ticarete belli bir düzen geldi.  Ne ölçüde?  Kimse bilmiyor.

Birleşmiş Milletlerin kum kullanımıyla ilgili bir hesabı var.  Yalnızca bir yılda (2012’de) kullanılan kumla bir inşaat yapılsaydı, nasıl bir şey çıkardı ortaya?  Şöyle: 8 katlı bir bina yüksekliğinde ve 8 şeritli bir yol kalınlığında bir duvar.  Ne kadar uzanırdı ki bu duvar?  Yeryüzünü ekvatordan sarıp sarmalayan bir yapı olurdu.

Kum nedir?  Kumun kaynağı ne?  Bu çıldırmış tüketimin kurbanı kum nereden geliyor?  Doğa giden kumun yerine yenisini üretmez mi?  Kumun geçmişinde dağların tepesindeki kayalar var.  Hava koşulları zamanla, usul usul bunları parçalıyor.  Küçük parçacıklar yuvarlanarak akarsulara ulaşıyor.  Bunlar da kuma dönüşmekte olan maddeleri deniz kıyılarına taşıyıp yığıyor.  Yıllar, yüzyıllar boyu, kesintisiz devam eden doğal bir süreç.  Ama yavaş bir oluşum bu.  İnsanlığın yakın zamanlarda ortaya çıkmış, giderek büyüyen (gözü dönmüş ve aç) saldırısına ayak uyduramayacak bir gelişme.

Basit birkaç soru.  Doğayla kucak kucağa ve barışık bir yaşam tarzını inkâr etmiş olan bu düzen çevresinde bulabileceğinin çok üstündeki bu talebi nasıl karşılar?  Başkalarının kumsallarına el koymaz mı?  Çatışmalara girmez mi?  Korkutucu bir krizle karşı karşıya değil miyiz?

Bu tehlikeyi fark eden genç bir sinemacı, Denis Delestrac, bir belgesel yapmış, kum krizini gündeme getirmiş: “Sand Wars”.  Film 40 sinema şenliğinde gösterilmiş, 15 ödül kazanmış.  Olayın çeşitli boyutlarını başarıyla anlatıyor, sergiliyor, açıklıyor.  Çarpıcı, rahatsız edici bir belgesel.

Yarım saati aşan bu önemli belgeseli Fransızca izleme olanağı var.  Buraya tıklarsanız belgesele ulaşabilirsiniz.  Ancak bu, ARTE televizyon kanalının özel bir armağanı.  Kanal bazen sunduğu programları belli bir süre sonra internetten kaldırıyor.  Umarız, izleyebilirsiniz.

[Not: Bu konuda bizi bilgilendirip kaynak sağlayan dostumuz Melih Meriç’e teşekkür ederiz.]

Atila Alpöge, Ekogazete, 6.8.2017 / Yararlanılan kaynaklar: Vince Beiser, National Public Radio, 21.7.2017 – The Economist, 24.4.2017 – Vince Beiserjune, The New York Times, 23.6.2016 – Denis Delestrac, Good Planet, 3.5.2016 – Martine Valo, Le Monde, 1.9.2015

Bu yazı Denizler - Irmaklar, Doğal kaynaklar, Kentler içinde yayınlandı ve olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

2 Responses to “Kum krizi”ne doğru adım adım ilerliyoruz

  1. eastarzu dedi ki:

    Her zaman su kaynakları endişe konusudur, kum! hiç aklıma gelmemişti. Teşekkürler
    Yüksek santrifüj ile kum imal edilemezmi ?

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.