Doğa “Su! Bir yudum su!” diye çırpınıyor

Filmlerde görürdük, sonsuz çöllerin ortasında “Su!” diye haykıran çaresiz kimseleri. Günlük yaşamdan bir sahne olmaya başladı bu. Dünyanın sunmuş olduğu bu değerli hazineyi çarçur edip durduk yıllar boyu. Şimdi bu sorumsuzluğun gittikçe büyüyen faturası önümüze gelmeye başladı. Dünyada her yıl 800.000 kişinin temiz suya ulaşamadığı için öldüğü biliniyor. Öte yandan doğa da bunalıyor, üretimi düşüyor.

Aşağıdaki fotoğraf bunun açık kanıtı. Bir adet bademin gelişip olgunlaşması için dört litre su gerekiyormuş. Bunu (şimdi Kaliforniya’da olduğu gibi) sağlayamazsanız badem ağaçları susuzluktan kavruluyor ve devrilip uzanıyor.

BADEM AĞAÇLARI

Dört yıldan beri su yok Kaliforniya’da. Göller, ırmaklar büyük ölçüde kuru. Alışılmış türden sulama yapma olanağı yok artık. Tarlası, bahçesi olanlar çaresizlikten yeraltından su çekmeye çalışıyorlar. İne ine 400 metreye kadar inmişler. Ama bu çabanın sonu yok. Gününü kurtaran kurtarıyor. Evet ama, yarın ne olacak? Birkaç yıl içinde yeraltı suyu da kalmayacak.

Başka ülkelerde ise, küresel firmalar işe yarayacak suyu çekip alıp çalıyor, ‘madendi, elektrikti’ diye kullanıyor; olmayacak yerlerde kurulan endüstriyel tarıma kaydırılıyor.

Yeryüzünde 2 milyarın üstünde kişi su sıkıntısı çekiyor. Bir milyar insan da kirli su içmek zorunda kalıyor. 1950’den beri dünya nüfusu üç katına çıktı; ama su kullanımı altı misli arttı. Nüfus artışı devam edecek. Demek ki su talebi katlanarak büyüyecek.

Buna bir de küresel ısınmanın etkisini eklemek gerek. Dünyanın su dengesi allak bullak oldu. Kaynaklar giderek kuruyor, temiz su buhar oluyor, ama daha sonra aşırı sağanaklarla işe yaramaz halde yeryüzüne geri dönüyor.

Nitekim son Davos buluşmasında bir araya gelen büyük patronlarla devlet yöneticilerine ‘önümüzdeki yıllarda insanlığın karşılaşacağı en büyük toplumsal ve ekonomik risk nedir’ diye sorulmuş. Savaşlar mı? Salgın hastalıklar mı? Kütlesel imha araçları mı? Bunlar gibi 28 seçenek arasından ‘su meselesi’ en önemli konu olarak seçilmiş. Bu arada SPIEGEL’in gazetecileri birkaç ülkedeki durumu incelemiş. Raporları hiç de iç açıcı değil. Bir, iki örnek verelim.

Brezilya’da bir ırmak ve yanı başında 16.000 nüfuslu bir kasaba. Irmağın üstünde de bir baraj var. Mayısla Ağustos arasında ırmağın suyu çok azalıyor. O zaman su yatağının dibinde birikmiş kimyasal, şampuan, temizlik malzemesi atıkları ortaya çıkıyor ve bunlar barajdan gıdım gıdım akan suyla köpürüyor. Köpük 8 metre yükseliyor ve taşıdığı kokuyla birlikte evlerin duvarlarına yaslanıyor. Yöneticilere sorarsanız iklim değişimini suçluyorlar. Ama bu durumun arkasında suyun kötü kullanımı var. Temiz ve bol sularıyla ünlü Brezilya tam bir çıkmazın içine girmiş.

İspanya’nın bazı bölgelerinde AB’ye girişle birlikte ‘kırmızı altın’ çılgınlığı başlamış. Bu, çileğe verilen takma ad. Ormanları kesip biçip çilek ekim alanları yaratmışlar. Tonlarca üretip öteki ülkelere satıyorlar. Ama çoğu kaçak sulanıyor. Çiftlikler çileği sulamak için milyonlarca metreküp su kullanıyorlar. Oradan buradan gizlice çalarak. Tarım Bakanlığı yarım milyonun üstünde kaçak su kaynağı olduğunu söylüyor. Buna ısınan havayı, artan buharlaşmayı, azalan yağışları ekleyin. Irmaklarda akan sular gittikçe azalıyor. Bir uzman “İspanya zamanla bir çöle dönecek.” diyor. “Merak etmeyin, Akdeniz bölgesinde de, Çin’de de, Hindistan’da da aynı filmi izleyeceğiz.”

Başka bir araştırmacıya göre ise “Bir ülkede besin maddesi üretip başka ülkelere satmak aslında su satışıdır. Yani İspanya gibi suyu kuru ülkelerin Almanya gibi suyu bol ülkelere sattığı sebze, meyve aslında su transferidir. Böylece su gereksinimi fazla olan ürünleri başka yerlerden satın alan akıllı ülkeler kendi sularını korumuş oluyorlar.” Aşağıdaki liste, gerçekten de, bu görüşü destekliyor. (Ne için ne kadar suya gereksinim var?)

  • 1 bardak şarap için 109 litre su,
  • 1 litre süt için 1.020 litre su,
  • 1 kilo tavuk için 4.325 litre su,
  • 1 kilo peynir için 5.060 litre su,
  • 1 kilo badem için 8.047 litre su,
  • 1 kilo et için 15.500 litre su.

Bolivya’dan daha başka bir öykü var. Yıllar önce ülke Dünya Bankası’nın baskısıyla su işletmelerini özelleştirmiş. Ve ilginçtir, bunlara yabancı şirketler el koymuş ve suyun bedelini birden üç misline çıkarıvermişler. Hatta yağmur suyu toplayanlardan bile para almaya kalkmışlar. Birden büyük bir halk hareketi başlamış ve çatışmalar çıkmış. Ölenler bile olmuş. Ama sonunda hükumet geri adım atma durumunda kalmış. Şimdiki Başkan Evo Morales ise su sistemine başarıyla işleyen bir kamu düzeni getirmiş.

DER SPIEGELSu giderek önemli bir meta oluyor. Citibank’ın baş ekonomistlerinden birinin dediği gibi, “Su gelecekte petrolü, bakırı, değerli madenleri ve tarım ürünlerini geçerek başköşeye oturacak.” Ama bir soru var ortalıkta: Su bir kamu varlığı mıdır? İnsanlık hakkı mıdır? Yoksa mal mıdır? Alınıp satılacak tüketim malzemesi midir?

[Not: Burada SPIEGEL’de yayınlanmış kapsamlı, çok ilginç ve uzun bir yazıyı kısaca, biraz da basitleştirerek özetleme durumunda kaldık. Konu ilginizi çekiyorsa İngilizce aslına gidip tamamına göz atabilirsiniz.]

Atila Alpöge, Ekogazete, 29.8.2015 / Kaynak: Nicola Abé – Jens Glüsing – Felix Lill – Michaela Schiessl – Samiha Shafy – Helene Zuber, Spiegel, 13.8.2015. [Bu yazıya bloğunuzda ya da sitenizde yer vermek istiyorsanız, yandaki bilgileri de (yazarı ve kaynağı) oldukları gibi taşımayı lütfen unutmayın.]

 

Bu yazı Doğal kaynaklar, Ekoloji Politikası, Ormanlar, Tarım, İklim içinde yayınlandı ve , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.